Her bir tarafı ormanlarla çevriliyken orası nedense kel kalmıştı. Üzerinde çevreyle bütünleşik durabilecek hiçbir emare yoktu.
Tek tük acı erik ağaçları vardı.
Şöyle, en yüksek tepesine çıkıp etrafınızda 360 derece dönüp karşıları gözlemlediğinizde kendinizi orman denizinde sanırdınız ama, durduğunuz ortam hiçte öyle değildi.
Keldi çünkü.
En ufak yağmurla akan, rüzgarla savrulan bir toprak yapısına sahipti.
En baba offroad aracıyla gitmeye kalksan 100 metre zor giderdin yağmurda. O derece çamurumsu bir yapısı vardı.
Kimse rağbet göstermez, arazisini satın almazdı.
Halk arasında “kayan yer” diye anılırdı.
Karabük merkeze, Safranbolu’ya, Beşbin Evlere doğru bakan tarafında bir tane bile ev yoktu. Sadece Kastamonu yolu kenarında, Kılavuzlar ve Bostanbükü Köylerinin karşısında tek tük evler vardı.
Yolu bile asfalt değildi.
Safranbolu’ya giden yolu bir arabanın geçebileceği kadar dar ve bol çukurlu topraktı.
‘Site’ anlamında yapılan ilk evler yanılmıyorsam Öğretmen Evleri olmuştu. Ardından Belediye çalışanlarının kurduğu kooperatifle ‘Belediye Evleri’ diye ikinci bir site kurulmuştu.
İnşaat sektöründe o dönemlerde ‘Fore Kazık’ sistemi uygulanmadığı için ileriki yıllarda ciddi anlamda kayma problemleri de yaşanmadı değil bölgede.
Hiç rağbet görmedi bölge. ‘Kayan yer’ diye anıldığı için olacak ki burada oturanlara acımalı gözlerle baktılar hep.
Ta ki Karabük Üniversitesi Kampüs alanı buranın karşısındaki Kılavuzlar Köyünün yamaçlarına kuruluncaya kadar.
Yıldızı hemen parlayıverdi
Tabir-i caizse “beş kuruş” etmeyen yerler bir anda altın gibi değerlendi.
Siteler, rezidanslar, apartlar, yurtlar, pansiyonlar hızla inşa edilmeye başlandı. Gelişen inşaat teknikleriyle her bir tarafta mantar gibi binalar yükseldi.
Bir anda üniversiteye hizmet eden mahalleye dönüştü.
Ardından kafeler, lokantalar, oyun salonları peşin sıra açılmaya başladı.
Değeri öylesine artı ki arazilerine paha biçilemez oldu.
Öğrenci bölgesi olarak yıllarca Safranbolu anılırken ibre bir anda 100.Yıl mahallesine döndü.
★★★
Bir de Afrika’nın gölge görmemiş, yerini haritada bile bulmakta zorluk çekeceğiniz bölgelerinden öğrenciler de gelince küçük bir Afrika Birleşmiş Milletleri mahallesine dönüşüverdi son birkaç yılda 100.Yıl.
İç savaşların yaşandığı, kıtlığın ve yokluğun hat safhaya ulaştığı bu ülkelerdeki aileler, “biz kurtulamıyoruz bari çocuğumuz kurtulsun” düşüncesiyle Türkiye’ye ve özellikle oluşan davetlerle Karabük Üniversitesine gönderdiler 18’li yaşlardaki çocuklarını.
O düşüncenin ağır bastığı ve kabile savaşlarının hala devam ettiği, kellelerin uçurulduğu, vücutların soğan gibi doğrandığı ülkelerden bile bol miktarda öğrenci bulabilirsiniz Karabük Üniversitesinde.
Karabük’e gelince karınları mı doyuyor.
Hayır!
Canları kurtuluyor ama, bir çoğu kıt kanaat geçinebiliyor.
Geçinemiyor bile…
İş arıyor, aş arıyor. Ekmek istiyor.
Üzülüyorsunuz!
Bir şeyler yapıp yardımcı olmak istiyorsunuz ama, bir yere kadar yetebiliyorsunuz. Sonrasında etrafınıza bakıp yabancılaştığınızı hissetmeye başlıyorsunuz.
Bunu en iyi bizim yerli öğrencilerimizin bayram nedeniyle memleketlerine gittiğinde daha iyi hissediyorsunuz. 100.Yıl, tamamen yabancı öğrencilere kalıyor. Böyle bir zamanda 100.Yıl dolmuşuna binerseniz kendinizi herhangi bir Afrika ülkesinde hissetmemeniz içten bile değil. Şoförün “ücretleri veremeyen varsa alıyım” Türkçe sözüyle irkilip Türkiye’de olmanın mutluluğunu hissediyorsunuz bir an içinizde ve kendi ülkenizde olduğunuzu hatırlatıyorsunuz. O yabancılığın içinde birde üçlü veya dörtlü bir koltuğa oturursanız yanınızda oturan yabancı öğrencinin koltuğa yayılarak oturuşundan büzülüp kalıyorsunuz.
Eziyet çekiyorsunuz kendi ülkenizde, kendi minibüsünüzde, halk otobüsünüzde…
Şayet yaşarsanız bu anlatılanları, işte o zaman daha iyi ve net anlarsınız anlatmaya çalıştıklarımızı.
★★★
Bugün Polonya’ya bakın, Erasmus programı aracılığıyla bu ülkeye giden binlerce Türk öğrenci görürsünüz. Polonya, öğrenciler tarafından birinci derecede tercih sebebidir. Çünkü diğer Avrupa ülkelerine nazaran daha ucuz; üstelik anlayışlı ve medeni olabildiğiniz sürece medenidir. Karabük’ten de birçok öğrenci Erasmus programı kapsamında Polonya’ya gidip eğitim görmüştür. Fakat gelin Karabük Üniversitesine Polonyalı öğrenci bulamazsınız. Bulabileceğiniz; kabile savaşlarının devam ettiği, iç çatışmaların yaşandığı, diktatörlerce yönetilen acımasız baskıların uygulandığı ülkelerden kaçan öğrenciler olacaktır.
Bir gün boş bir vaktinizde kendinize zaman ayırın ve gelin 100.Yıl’a. Çevresini, ana caddelerinden gitmek suretiyle yaklaşık 5 bin 700 adımla 50 dakikada gezersiniz. İster zevk, ister spor olsun diye yürüyün biraz ve kulak kabartın yanınızdan geçenlerin konuşmalarına; bir şey anlamazsınız. İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça, Lehçe, Bulgarca, Macarca bilseniz de bir şey anlamazsınız, çünkü yüzde sekseni hayatınızda hiç duymadığınız lisanı konuşan yabancı uyruklu öğrencilerdir.
Tüm bunların ışığında şimdi bakıyorsunuz 100.Yıl’ın hayatına; bir yanda bankamatiklerin yan tarafındaki çöp konteynerinin önüne karısı ve çocuğuyla oturmuş, kağıtları aralayıp ince bir ateş yakmış ve gazete kâğıdı parçası üzerine ufak ufak parçalanmış ekmekleri yayıp ‘çöpten besleniyor‘ ayaklarıyla kendini acındırıp öğrencinin son bir kaç kuruşuna göz dikmiş haysiyetsiz dilenci, diğer bir tarafta ülkesinin savaşlarından, yokluğundan, baskısından kurtulmak amacıyla Afrika’nın değişik ülkelerinden Karabük’e gelmiş yabancı uyruklu öğrenci, bir diğer yanda kucağında küçük çocukla duygu sömürüsüne çıkmış duygusal dilenci, öte yanda ise okumaya çalışan ama sokaklarda pek gezmeyen bizim yerli öğrenci, diğer bir yanda ise Karabük merkez dahil olmak üzere çevre ilçelerden akın akın gelen yediden yetmişe insan manzarası…
Kiminin altında son model lüks araç, kiminin altında sözüm ona modifiyeli edilerek götü yere yapıştırılmış, aracın kendi değerinden çok ses sisteminin para ettiği araç ve bu araçlarla trafiği tıkanmış, park yeri kalmamış bir 100.Yıl Mahallesi.
(İyi niyetli, dürüst insanları tenzih ederim) O insanların oraya neden geldiğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok. Arabasının lastiğini öttüre öttüre drift atmak, müziğin sesini sonuna kadar açıp kaldırımdan yürüyen yerli veya yabancı kız öğrencilere doğru anlamlı derin bakışlar sallamak, öğrencinin hesabını ödemekte zorlanacağı kafelere oturup etrafı kesmek niyeti ve amacı anlamaya yetiyor da artıyor bile.
Tüm bunlara rağmen akşam 8’den sonra araç park edecek yer bulamazsınız 100.Yıl’da ama, sabah 7’de bom boş bir 100.Yıl mahallesi görebilirsiniz.
★★★
Yapmayın!
120 bin nüfuslu şehre çoğu yardıma muhtaç 12 bin yabancı öğrenci sokarsanız ve toplamda 19 bin öğrenci almayı hedeflerseniz ve inatla bu hedefinizi gerçekleştirirseniz; bu şehre ve bu şehrin ailelerine ve insanlarına yazık edersiniz.
Minnetle, şükranla veya rahmetle değil; nefretle anılırsınız…
Alıntı: Engin Koçali ‘nin Köşe Yazısı